Derya Uluğ: Hayata bakışım da zihniyetim de hobilerim de 'Erkek gibi'dir

15.05.2021 - Cumartesi 13:33
Derya Uluğ: Hayata bakışım da zihniyetim de hobilerim de 'Erkek gibi'dir

Yeni şarkınız ‘Kanunlar Gibi’yle yine atarlı giderli bir çıkış yaptınız… Nasıl bir hikayesi var şarkının?

Şarkı bana geldiğinde sözlerinden o kadar etkilendim, o kadar benim tarzıma uygundu ki… Sanki ben yazmışım gibiydi, o yüzden hemen sahiplendim. Ama sözleri Emrah Karakuyu’ya ait. Sonra Asil (Gök) ve Ozan (Bayraşa) yaptıkları düzenlemeyle ortaya çok güzel bir çıkardılar.

Sözleri çok manidar. “Çıkarım önüne kanunlar gibi, haklıysam aslanlar gibi…” Bu sözler sizi ne kadar yansıtıyor?

Aslında şöyle; haklı olma dürtüsü hepimizi mutlu eder ya… Ben, zaman geçtikçe haklı olmanın insanı çok da mutlu etmediğini anladım. Ama karşımdaki beni üzdüyse ya da bir haksızlığa uğradıysam, tam şarkıdaki gibi, o güce bürünüyorum. Aslan kesilebilirim yani. (Gülüyor)

O ATARLI GİDERLİ HALLERİM PEK YOK ARTIK

Nasıl tepkiler veriyorsunuz o durumda?

Ben öyle hemen parlayıp sönen biri değilim. Çok sabırlıyımdır. Ama o sabrın sonunda patlamam büyük olur ve etkisi uzun sürer. Eskiden böyle değildim. Daha çabuk parlamalarım olurdu. O atarlı giderli hallerim pek yok artık.

Neyi “Asla affedemem” dersiniz?

Benim için güven duygusu en önemli şey. Arkadaş, eş, sevgili, iş… Hiç fark etmez. Güvenim bir kez sarsıldıysa, geriye dönüşüm çok zor hatta imkansız oluyor.

“İYİLİK YAPIYOR GİBİ DAVRANIP KİBRE KAPILANLAR GÜVENİMİ ZEDELER”

Güven göreceli bir kavram. Sizin güven duygunuzu ne zedeler?

Misal, biri size iyilik yapıyor gibi görünür ama bir süre sonra araya kibir girer ya… Bazı insanlar bir iyilik yaptıktan sonra “Ben yaptım” demeyi çok sever. İşte bu benim güven duygumu zedeler. Benim anlayışıma göre, birbirimize bir şey yapıyorsak o sadece yapmak istediğimiz için olmalı. Onun arka planındaki başka niyetler beni çok uzaklaştırır karşımdakinden. Ve tabii ki yalan, güven duygumu çok zedeler.

İSTANBUL’A GELDİĞİMDE HER ŞEYE SIFIRDAN BAŞLAMAK ZORUNDA KALDIM

2016’da ‘Okyanus’ şarkısıyla girmiştiniz hayatımıza. Dinlenmesi milyonları bulmuştu. Bugün yaptığınız her şarkıda ‘Okyanus’u geçme duygusuna kapılıyor musunuz?

Herhalde bu her sanatçı için geçerlidir. Mihenk taşı olan bir yer vardır. ‘Okyanus’ da benim için öyle. Köy sokaklarına kadar inen bir şarkı oldu. Dolayısıyla her şarkımda onu geçme motivasyonum ister istemez oluyor. Zaten şu an kendimi zirvede görmüyorum, benim hayal ettiğim zirve daha yukarıda.

O patlama anının öncesine gidersek, zor bir yolculuk muydu?

En zoru en başıydı belki de. Ben lisede, 15-16 yaşlarında sahneye çıkmaya başladım. Hem okuyup hem çalışmak hem konservatuar sınavlarına hazırlanmak çok zordu. Günde iki-üç saatlik uykularla yollardaydım.

O zaman İzmir’deydiniz. İstanbul’a geldiğinizde nelerle karşılaştınız?

Burada bir sürü arkadaşım vardı ama yine de burada yaşamaya başlamak benim için sert oldu. İzmir’de beni herkes tanıyordu. Çıkacağım mekanları seçme lüksüm vardı. En vitrin mekanlarında sahne alıyordum. Ama İstanbul’a geldiğimde her şeye sıfırdan başlamak zorunda kaldım. Sahne almak için kendi kriterlerime uygun yerler bulmam zaman aldı.

Siz dokuz yaşındayken babanız çalışmak için yurt dışına gitmiş. Bundan nasıl etkilendiniz?

Yaşarken bunun o kadar bilincinde değildim, babamdan uzak büyümenin bende nasıl etkiler yarattığını çok sonradan fark ettim.

Neydi onlar? Benzer durumda sırf bu yüzden ‘erkekleştiğini’ söyleyen çok insan var.

Bende de oldu. Ekstra bir koruma kalkanı geliştiriyorsunuz. Ben zaten ‘erkek çocuğu gibi’ büyüdüm. Deli gibi futbol oynardım. Ama zaten hayata bakışım ve zihniyetim de öyle benim. Hobilerim, oynadığım oyunlar, yaptığım muhabbetler bile öyledir. Ama özellikle sahneye çıkmaya başladıktan sonra bu yanım daha da ortaya çıktı. İnsanların bana dışarıdan bakıp gördükleri o soğuk ve ‘snob’ görüntü bundan kaynaklanıyor. Tamamen kendime kalkan amaçlı büründüğüm bir kıyafet.

Hayattaki en büyük önceliğiniz ne?

Tabii ki de ailem ve işim. Ben gerçek bir işkoliğim. Ama onu da iş gibi görmüyorum, ruhumun bir parçası gibi.

En tutku duyduğunuz şey ne?

Futbol ve Fenerbahçe.

Duymayı beklediğim son cevap oldu bu…

Ama doğru söylüyorum. Çocukken zaten çok futbol oynadım. O zaman bugünkü gibi kadın futbol takımları yoktu. Yoksa kesinlikle profesyonel olarak da oynardım. Oynamayı da maç izlemeyi de inanılmaz seviyorum.

SEVGİ DE NEFRET DE ÇOK DEĞERLİ, TEPKİSİZLİK ÇOK KÖTÜ

Bazıları tüm hayatını sevilme çabası üzerine kurar. Siz, “Sevilmek kadar sevilmemeyi de olumlu alıyorum” demişsiniz. Bunu biraz açar mısınız?

Siz bir şey yaptığınızda, insanların buna tepkisiz olması çok kötü bir şey bence. Bir şekilde dikkat çekiyorsanız, olumlu ya da olumsuz bir tepki alıyorsanız bu güzel olan.  “Nefret de aşkın, sevginin kardeşidir” derler ya. Buna çok inanıyorum.

ASİL (GÖK) İLE SAHNEYE KÜS ÇIKTIĞIMIZ ÇOK OLDU

Uzun zamandır müzisyen Asil Gök ile berabersiniz ve şarkılarınızı birlikte yapıyorsunuz. Sevgiliyle çalışmak zor değil mi?

İlk zamanlarda biz de çok zorlandık. İlişkimizde limoniysek bunu işe yansıttığımız oldu. Orada devreye inat giriyor bazen. (Gülüyor) Her ilişkide olduğu gibi bizim de sivri çıkışlarımız oluyordu. Mesela küsken birlikte sahneye çıkıp hiç konuşmadığımız, birbirimizi sadece sahnede gördüğümüz zamanlar oldu. Ama artık oraları geçtik. Şu an hiç öyle şeyler yaşamıyoruz, “Maşallah” diyelim.

İlişkinizi nasıl anlatırsınız?

Bizim ilişkimiz öyle tek taraflı, tek açıdan anlatabileceğim bir şey değil. Hem iş yapıyoruz, hem sevgiliyiz. İkisini bir arada götürmeye çalışıyoruz. Ama ilişkimiz başladığında birlikte çalışmıyorduk. Önce sevgili olduk, sonra çalışmaya başladık. Tamamen sevmek ve sevilmek üzerine başladı her şey.

İNSANLAR AŞKI SONSUZ ZANNEDİYOR, AŞKIN İLK HALİNE HİÇBİR BÜNYE DAYANAMAZ

Beş yıldır berabersiniz. Günümüz için iyi bir zaman…

Oradaki konu şu bence. İnsanlar aşkı sonsuz zannediyor. Aşk sonsuz bir şey değil. Ara ara alevlenen, daimi süreçte yüksek volümde kalamayacak bir duygu. O tempoya insanın ne ruhu ne bedeni dayanabilir. Aşkın en yüksek noktasındaki heyecanı, o nabız atışlarını hiçbir bünye bir ömür taşıyamaz. Sevgi ve arkadaşlık çok önemli. Biz hem arkadaşız, hem sırdaşız. Ama aşkı da bir yerde tutup, bazı anlarda tavana çıkarmak diye bir şey var. Onu başarıyoruz sanırım.

“Aşkın ömrü üç yıldır” klişesine inanıyor musunuz?

Valla beş yıl sonra öyle bir şey yapar ki en baştaki duygunuza dönersiniz. Aşk mutlaka boyut değiştiriyor ama o değişen haline “Aşk öldü” demek kesinlikle doğru değil.